13 Ağustos 2012 Pazartesi

PazarPazartesi



Bütün gün uzandığım kanepe, adını da koydum uzamsız sıkıntılarda, Adem. Yayları eksik, bazen belimi sıkecek gibi oluyor. O zaman pozisyonu değiştiriyorum, sırtımı yayların daha düzgün olduğu yere uzatıyorum. Bazen diyorum kendi kendime, ölümüm omurga kaymasından, nerden bileyim, omurgalarımın karaciğerimi parçalamasından olacak. Ama nerede! Nazan varken ölümüm konusunda mobilyalarımızı, yediğimiz - ya da yiyemediğimiz mi demeliyim- boktan yemekleri ve ya ucuz alkolü sorumlu tutamıyorum. Nazan mı, tam bir baş belası. Geçen yıl, bir pazar gecesi, sonucu hüsran birkaç aşk deneyimimden sonra şu karara vardığımı çok net hatırlıyorum; cazgırlığı, gevezeliği ve kahpeliğiyle ömrümü sigaradan daha çok büzüştüren kadınlara son. Ha ha, daha sonra ne yaptım: Nazan buldum. Hoş koşullarda, hafif bulutlu yani yeryüzünün parçalı aydınlıklı olduğu bir gün onunla karşılaştım iskele kenarındaki banklarda. Aslında daha önceden de tanışıyorduk. İki yıl önce Arif’in askerlikten kaçmak uğruna üçüncü kere üniversiteyi kazanmasını kutlamak adına on yıllık öğrenci evinde verdiği alçak gönüllü sütlü kavunlu eğlencede tanıştırıldık -halbuki askerlik bir buçuk yıllık dinlence bir kadından sonra, üniversite ise koca bulma umuduyla memleketinden gelip pazarı kuran kızlarla dolu dört yıllık azap, merak edenler için Nazan bir yıldır törpü, üstelik hem kulağıma, hem elime hem de sikime. Nazan bu eğlencede özel bir ilgi uyandırmamıştı bende. Sade, sessiz ve hallice bir tebessüm sahibesi. Aslında böylesi kadın, ya uçurur bir erkeği, aradığı ilham perisi olur ya da siker hayatını. Ben ise yine talihsiz çıktım. Zaten nerede kahpe var beni buluyor. Mıknatıs gibi sikim, nerede bohça gibi am ve delilik sahibesi var çekiliyor bana. Her neyse, ben hatırlayamadım onu, o beni hatırladı. Selam selam falan. Sigara ikramı, ne işin var burada, bir işim var burada, kasiyerim. Ne işin var burada, bir işim yok, sefilim. Eşlik ettim çalıştığı markete kadar. Kasaya geçmesini bekledim, bir paket sigara ve buluşma sözü aldım. İş çıkışında buluşacaktık, buluştuk. Önce havadan sudan, işsizlikten okuldan konuştuk. Aslında pek de konuşmadık. Buna güvendim ve geceleyin Nazan’ın evinde sergilediğim kısa bir performanstan sonra demir attım evine.

İşte Adem, Nazan’ın en kısa zamanda kurtulmak istediği kanepesi, bunun için benim iyi bir iş sahibi olmam da şart tabii. Geçen günkü -ya da geçen ay, emin değilim, son on ay kuruntularla ve şikayetlerle dolu çok uzun bir gün gibiydi- Adem’le konuşmam sırasında kanepe de bu kahpeden kurtulmak istediğini dile getirdi. Hak verdim Adem’e. Ufak bir anektot olsun, Adem benim uzun ve anlamsız garson iş günlerimden sonra sabahlara kadar beraber oturduğum, alkol içip üstümüzü başımızı sigara deliplerine boğduğum hayat arkadaşım. Belki bu evdeki tek dostum. Ha, bir de pencere pervazı var hemen Adem’nin yanı başında. Nazan yatakta kamışımı düzdükten sonra, yanında dikilip gökyüzünün şehre, insanlara yansımasını seyrettiğim. Ne diyordum en son, evet, işte bu gece Adem'e tekrar hak verdim. Nazan benim parazit gibi olduğumu hatta ona köstek olan orospu çocuğu olduğumu söylerken yanılıyordu. Gökyüzü yanılıyordu, yeni kanepe koltuk takımı hayali yanılıyordu, hatta ben de yanılıyordum Nazan’a kah susarak kah laf geveleyerek cevap verirken.

Hiç uyumadım bugün. Bir pazartesi havası, bir pazartesi günü, puşt şehir uykularından uyanıp yanı başlarındaki hayatlarına uyumaya giden insan kafilelerini karşılıyordu. Kendimi gözleri açılmış bir köle gibi hissettim. Yatak odasının kapısından Nazan’ın horultusunu duydum. Tamam dedim kendi kendime, yağlı kafa derime yapışmış saçlarımı ellerimde kabarttım ve anahtarı alıp evden çıktım. İskelenin kenarındaki bankların oraya gittim. Daha dün buradaymışım gibiydi, yer yer bulutlu ve insanlar. Bir sigara yaktım, vapurdan inen kızlarla göz göze gelmekten kaçınarak. Sigaram bitti ve Nazan’ın eskiden çalıştığı markete gittim, cebimdeki son parayla bir paket sigara, bir şişe şarap, bir kaç yumurta, bir ekmek, ucuzundan kaşar peynir ve hayatımda daha önce hiç almadığım dereotu ile maydonoz. Bunları alırken de kendimi centilmen hissettim, new age müzik dinleyen, çakra açıp uzak doğu yemekleri yapan bir göt gibi. Tembihli davrandım, kasiyer kızın yüzüne hiç bakmadım. Kolu kıllı kasiyer kız, bir paket sigara ve bir poşet dolusu ayrılma sözü, yirmi lira yetmiş kuruş, dedi. Eve gidip, kaşarlı yumurtayı pişirdim, maydonozu ve dereotunu serptim üzerine. Gözleri açılmış köleden sonra bir de büyümüşüm gibi hissettim, güldüm geçtim.

Nazan uyanıp yanıma geldi. Hangi dağda hangi allahın belası kurdun öldüğünü nereden bileyim ben, dedim. Şarap döktüm bardağıma. O kendi bardağını eliyle kapadı. Bu gidişle işimden olucakmışım ve bu evden kovulacakmışız. Ben gidiyorum bu lanet olası lağım çukurundan, naber orospu! İçkillendi biraz, ama beni onu terk edemeyecek kadar tembel ve beceriksiz görüyordu. Kamış kenesi! Biraz sonra evden çıktı akşam görüşürüz falan demeden. İşte buna çok sevindim. Vedaları oldum olası hiç beceremem zaten.

Kapıcıyı çağırdım, beraber Adem’i bir ikinci elciye götürdük. Elli kağıt saydılar saymadılar. Yarısını kapıcıya verdim ve Adem’e veda ettim. Hava enfesti, bir nefes çektim ciğerime, katır kutur ses ve balgam geldi. Güzelmiş be, dedim. İskeleden karşıya geçen bir vapura bindim. Bir çay aldım. Yanımda oturan ve anneme benzeyen ihtiyar kadına sırıtarak pantolonumun paçasını bir güzel sıyırdım.