22 Kasım 2015 Pazar

Toprak Kokusu

"Uyuyanlar bir gün doğrulup kalkacak mı?"

Bu cümleyi babamdan kalan günlükten okumuştum. İki gün geçmeden akşamüstü babam kalkıp geldi. Gözleri puslu, eti çürümüş, burnu kurt yuvası. Sarıldık. Uzamış saçlarını bağlamak için benden toka istedi, benimkini çıkartıp verdim. Oturduk. Ben anlattım, o dinledi. İşsizlik, dedim. Yalnızlık. Haset ve korku. Nefret de, dedim, ve tekrar korku. Güldü, dudakları düşercesine:

"Yanlış geldim öyleyse."

O gece denize gitmek istedi. Taksici babamı arabaya almayı reddetti. Taksimetre, dedim, ne yazarsa üç katını vereceğim. Kabul etti, ama ekledi:

"Köpekleri falan da almıyorum normalde, çaresiz gördüm seni vallahi."

Sokak lambalarının seri ve kesik ışıkları altında takside yol alıyorduk. Kendimi güvende hissediyordum. Şoförün yolu uzatmasına bile aldırmadım.

Sahilde yürüdük. Dubalara tünemiş karabataklar, inatçı dalgalar. Rıhtım. Bi'ara sigara istedi benden. Tereddüt ettim. O ise:

"Artık doktorun umursayacağını sanmıyorum."

İkimize de yaktım. Bir nefes çekti, duman göğsünden süzüldü, rüzgara karıştı. Çıkartıp ceketimi omuzlarına sardım. Gülüştük. Baba, dedim. Şey, nasıldı?

"Acısız, verdikleri morfinden belki de."

Baba, diye başladım söze, senin yanına gelmeyi düşündüm. Ama beceremedim. Kolunu omzuma doladı. Ürperdim.

"Deniz kokusunu hep sevdim."

Denize doğru bir adım attı, ayak uydurdum.

"Biliyor musun, çocukken ölümün denizle ufkun kesiştiği yer olduğunu düşünürdüm."

Biliyordum, günlüğünde okumuştum. Beraber bir adım daha.

"Tüm gemilerin ve..."

Beraber bir adım daha.

"...uçakların bulanıklaştığı o yer..."

Son bir adım daha, bu sefer yalnız.