27 Mart 2016 Pazar

Kitsch - IV

Yeni bir soru
Kadim bi'güzergahda
Yorgun musunuz

-------

Kırık iskemle
Onca bedenden sonra
Kimi bekler ki

--------

Bura ora mı
Kimse dönüp bakmadı
Oralı hepsi

25 Mart 2016 Cuma

Yorgun

-Ne dersin, bahar tatilinde Datça'ya gidelim mi?
-Bilmiyorum, soğuk olmaz mı?
-Soğuk olsa n'olur ki, hazırlıklı gideriz. Çok uzun zamandır merak ediyorum Datça'yı.
-Ben kendimi çok yorgun hissediyorum. Aklımda dinlenmek vardı. Zaten çok yoruluyorum, yoruluyoruz.
-Sen hep çok yorgunsun.
-Evet, işte bu yüzden dinlenmek istiyorum.
-Kastettiğim bu değildi.
-Ne diyeceğim...
-Dur, önce bunu konuşalım.
-Tamam.
-Kafanı kaldır şu telefondan, öyle konuşacağız.
-Tamam, bak, attım kenara telefonu, dinliyorum.
-Artık olmuyor mu?
-Ne olmuyor mu?
-Benimle plan yapamıyor musun?
-Gerzekleşme.
-Ben ciddiyim, omuz silkme bana.
-Ben de ciddiyim. Yorgunum sadece, bunu en iyi sen biliyorsun.
-Tamam da çok uzun süredir böylesin.
-Biliyorum.
-Yaptığımız planları da ertelemeye çalışıyorsun.
-Mesela?
-Hafta sonu tek başıma gittim Meydan'a, son anda ektin beni.
-Tamam da makale yetişmedi, biliyorsun. N'apmamı bekliyordun?
-Gelmeni, gerekiyorsa geç teslim etmeni. Hem o makale niye geç kaldı? Diğer ıvır zıvırları ertelediğin için. Bu yüzden makaleyi de yetiştiremedin. Bu ilk değil.
-Bak, hiçbir şey yapasım gelmiyor. Benim boşluğa ihtiyacım var...
-Ne demek bu?
-Dur, dur, kelimelerin gazabına uğradım. Senden bahsetmiyorum.
-Kimden, neyden bahsediyorsun o zaman?
-Sadece artık doygunluğa ulaştığımı hissediyorum. Daha fazla hareket etmek değil, dinlenmek istiyorum. Çoğu zaman...
-Ama...
-Dur, sözümü bitireyim önce. Çoğu zaman, ıskalıyormuş gibi hissediyorum. Yani, şöyle ki, çevremde bir şeyler gerçekleşiyor ama ben bunlara yetişemiyorum.
-Herkes yaşıyor bunu. Ama bu...
-Tamam da ben, bunu ilk defa bu kadar yoğun hissediyorum.
-Anlıyorum. Belki yeni bir şeyler denemelisin. Bak şey de yaşamıştı bunları. Gezip dinlen, plan yap mese...
-Anlatamıyorum galiba. Artık diğerleri gibi plan yapamıyorum. Çok güçsüz hissediyorum. İnsanlar en ufak bir boşluğa dayanamıyor. Hemen doldurmaya çalışıyorlar. Tatilde ne yapalım, haftasonu ne yapalım, yazın ne yapalım, akşam ne yapalım... Sanki biraz boş kalsa delirecek. Sen de bunlara uyuyorsun. Ben ise boşluk istiyorum biraz. Daha fazlasını değil.
-O zaman sorumluluklarını azalt. Gerçekten dinlen. Dersleri ve işi beraber götüren ben değilim.
-Bu sefer de her şeyden kopacakmış gibi hissediyorum. Yani, dedim ya, bir şeyler oluyor da yetişemiyorum diye. Şöyle düşün. Çok güçlü bir rüzgar var. Neredeyse her şey havalanıyor, uçuyor. Ben ise işte bu ıvır zıvırlara tutunuyorum.. Bir kez bıraksam, sanki her şeyi yitireceğim.
-Ne zamandır böyle hissediyorsun?
-Bir fikrim yok ama sanki ezelden beri böyle hissediyorum.
-Ya ne zaman anlatacaktın bunları bana?
-Bilmiyorum. Diyorum ya, sanki her şey yük gibi geliyor. En ufak sohbet bile...
-Pekiyi...
-Pekiyi ne?
-Bilmiyorum. Ne bana hissettiklerini anlatıyorsun, ne de benimle plan yapıyorsun.
-Yapamıyorum diyorum ya.
-Tamam da, bir plan asla bir plan değil ki.
-Yani?
-Yani eğer biriyle birlikte plan yapabiliyorsan, gelecekte onunla olmak istiyorsun, hatta olmak istediğini biliyorsundur. Ama yapamıyorsan, bilemiyorum... Bana öyle bakma. O zaman ben de sana kendi fikrimi söyleyeyim. Sahip olduklarını muhafaza etmeye çalışıyorsun, sahip olduklarından şikayetçi olsan bile. Bırak o zaman, bırakalım.
-Bunun için güçsüzüm...
-Dur tahmin edeyim, dinlenmen lazım.
-Götlük etme!
-Götlük eden sensin. Bencil göt!

18 Mart 2016 Cuma

Kitsch - III

Yaman misafir
Geldi bekledikleri
Gecenin körü

--------

Sakıncası yok
Tüm perdeler kapalı
Uyumamanın

--------

Buldu gözünü
Halı desenlerinde
Sabaha doğru

-------

Yeterli değil
Portakal kabukları
Soyunmak için

-------

Halinden memnun
Karanlıkta oturmuş
Bakınır durur

Kefaret

-Ne yapıyorsun?
-Gördüğün gibi, kitap okuyorum.
-Sana bi'şey soracağım?
-Dur, şu cümleyi bitireyim. Tamam, dinliyorum.
-Ateşli hastalıklarla ilgili anlatılanlar ne kadar doğrudur?
-Hangisi?
-Hani insanın çocukken bi'kez ateşli hastalığa yakalanıp kurtulamadığını söylerler ya.
-Ölümüne mi sebep oluyor yani?
-Hayır. Bi'kez yakalandın mı, çıkan sen olmuyorsun.
-Saçma.
-Babaannem, babamın ateşli hastalığa yakalandığını, iyileşmesi için babamın çocukluk yaramazlığından fedakarlık etmek zorunda kaldığını, söylerdi.
-Bu aynı zamanda kirişi kıran babaannen değil mi? Niye inanıyorsun ki bunca yıl sonra?
-Öyle, o da sükunetinden taviz vermiş işte iyileşmek için.
-Bunu kim söyledi?
-Babam söylemişti.
-Hımm... Sen hiç ateşli hastalığa yakalandın mı?
-Çocukken yakalandım.
-Sen neyden vazgeçtin iyileşmek için?
-Sarışınlığımdan.
-Senin saçların sarı mıydı?
-Evet.
-Eee, senin ailen hep esmer, nasıl oluyor bu?
-Annem de çocukken sarışınmış. Sonra o da sarışınlığından vazgeçmiş.
-Seni sarışın düşünemiyorum.
-Gösteririm bi'ara fotoğraflarımı.
-Ben neyi feda ettim acaba?
-Hani saçmaydı?
-Hala saçma. Ama koskoca bir sülale kendisini bir absürde kaptırınca, sanki gerçekleşmeye başlıyor.
-Pekiyi sarı saç hoşuna gider miydi?
-Hayır, saçmalama. Ben ciddiyim.
-Tamam, tamam. Yardımcı olacağım sana. Şimdi, hiç ateşli hastalık geçirdin mi?
-Evet, hem de çok.
-Narin bi'çocuk muydun yani?
-Hayır sersem. Yine de...
-De?
-Çok oldu ateşli hastalığım.
-Hımm, bu kötü, ne kadar az olsa o kadar iyiydi. Ona göre neyden vazgeçtiğini bulabilirdik.
-Haklısın.
-Tamam. Şimdi şöyle yapalım. Düşün ve en iyi hatırlayabildiğin hastalığının üzerinde duralım bi'.
-Dur düşüneyim.
-Tüm gecemi sana yardımcı olmakla geçirmeyi düşünmüyorum.
-Tamam, bir tanesini hatırlıyorum. Çok şiddetliydi. Beni soğuk duşa sokmuşlardı. Havale geçirmişim sonra.
-Pekiyi sonrasında hayatında büyük bir değişiklik oldu mu?
-Emin değilim.
-Bende başka sihirli numara kalmadı.
-Bir dakika.
-Bi'şey mi hatırladın yoksa?
-Evet.
-Ne?
-Sanki...
-Ne diyorum, cevap ver?
-I-ıh, yanlış hatıra.
-Ahmak.
-Ateşli hastalıklara ve kefarete inanan ben değilim.
-Ben inanıyorum en azından. Sen ise hiçbi'şeye inanmayıp mucize bekliyorsun.
-Belki ben de bundan vazgeçmişimdir, yani inanmaktan.
-Tabii...
-Şüpheci Tomas. Hani sen inanandın da ben inançsız olandım?
-Fırsat değerlendirme. Yeter, tamam, gel yanıma.

17 Mart 2016 Perşembe

Suçlu

-Kahve içmeye zamanımız yok, tren kalkıyor.
-Senin yok, benim var.
-Ne demek istiyorsun yani?
-Tren senin için kalkıyor, sen o trene bineceksin, ben ise burada kalacağım.
-Hayır, mesele senin burada kalıp kalmaman değil, trene binmeyecek olman.
-Kelime oyunları yapma.
-Diyorum ki bu, senin içinde edilgen olduğun bir durum değil. Tam zıttı, yani, etken olmayı seçmediğin bir durum.
-Bunları çok duydum, tüm haftasonu bunları tekrarlayarak geçirdin vaktini.
-Demek zorundayım. Yoksa ben de senin edilgenliğin karşısında bizle alakalı her hatada suçlu olacağım, oluyorum da.
-Trenin kaçıyor.
-Bak yine edilgensin.
-Edilgenden kastın ne, korkak mıyım yani?
-Hayır, bu ajitasyon. Senin bile kendini kaptırdığın. Sadece, bilemiyorum. Bazen seni bir suçlu olarak görüyorum.
-Korkak bir suçlu ha.
-Beni de şu sıkışık zamanda edilgen duruma sokuyorsun. Ama hayır, şöyle. Suçlusun, ama zaman zaman senin suçunun farkında olmadığını düşünüyorum.
-Trenin...
-Dur, şunu bitireyim. Farkında değilsin ama kendine karşı, bana karşı suç işliyorsun. Bu durumda ben seni cezalandıramıyorum. Ama bunu görüyorum ve bu beni deli ediyor. Bazen suç bana kalacakmış gibi hissediyorum.
-...ve kalktı.
-Hayır, kaldı demiyorum henüz. Ama kalırsa birgün...
-Kalktı dedim, trenin, kaldı değil.
-Şaka yapıyorsun! Off...
-Şimdi n'apacağız?
-Şimdi bir sonraki trene yer kaparım elimdekiyle, ama o da iki saat sonra.
-Ben demeye çalıştım.
-Biliyorum, bazen kendimi çok kaptırıyorum... Ne dersin, kahve mi içsek?
-Sen bilirsin, yeterince zamanımız varsa eğer.

16 Mart 2016 Çarşamba

Kitsch - II

Sor geç kalınca
Nerede olsa gerek
Kapı kolları

--------

Ne zaman bitse
İlişkileri tekrar
Yola çıktılar

--------

Sarı ışıkta
Saatine ihtiyar
Baktı da baktı

--------

Suçuna ortak
Olduysa yakınlaşmak
İçin sessizce

--------

Kaldı geriye
Kesik ağaç gövdesi
Bir de salıncak

Biz

Şimdiye kadar gördüğüm en iyi çifttiler. Bazen saatlerce gevezelik ederler, kimi zaman da birkaç gün boyunca konuşmadan anlaşabilirlerdi. Çok fazla arkadaşları yoktu. Aralarındaki anlayış ve uyum etraflarındakileri korkutmuş, endişelendirmişti. Elbette teker teker onlarla anlaşılabiliyorlardı. Ama ikisi bir aradayken ortaya çıkan özne hepten yabancıydı. Böylece zamanla sıyrıldılar çevrelerinden.
-------
Şimdiye kadar gördüğüm en iyi çifttiler ve bu beni deli ediyordu. Kendimi başarısız olmuş gibi hissediyordum. Ayrılalı çok olmamıştı ama o, çok rahatça diğerini bulmuştu. Ve benim ilk andan itibaren sürekli yaşadığım problemleri onlar yaşamıyordu. Ama nasıl? Bilmem gerekiyordu.
-------
Önce onunla konuşmaya çalıştım. Beni görmezden geliyordu. Yani beni görünce durmadan yoluna devam ediyor, önünü kestiğimde ise cevap vermiyordu. Sanki yok gibiydim. Sık sık kendimden şüphe ettim. Sonra dayanamayıp onları uzaktan takip etmeye başladım. N'apıyorladı, nasıl zaman geçiriyorlardı, izliyordum. İnsanların ikisinden zamanla uzaklaştığını görüyordum. Hal böyle olunca daha seyrek ortalığa çıkar oldular. İşte o vakit şüphe nöbetlerim, başarısızlık sancılarım daha da arttı. Ve sonunda acı korkumu bastırdı.  Böylece kendimi kaybedip evlerine gittim.
-------
Orada ne bulacağımı bilmiyordum. Fakat orada olmalıydım. Oradaydım. Yoktular. Lambaları açmaya çekindim. Karanlıkta, orada burada eşya olduğu sezgisiyle ilerleyemedim. Kapının ötesinde, koridorda öylece bekledim. Beklerken sindirilmiş korkum tekrar palazlandı. Ama felç olduğum için geri de dönemedim. Sonunda geldiler.
-------
Yerimden kımıldamadan yüzlerine baktım. Beni ilk o gördü ve gözlerimin içine baktı. Ama sonra görmezlikten geldi. Sonra da diğeri bana doğru baktı. Ama diğeri beni görmedi, göremedi. Afalladım.
-------
Üç haftadır beraberiz. Yani ben ve ikisi, bir çift olarak. O beni hala görmezlikten geliyor. Mesela tuzluk önümdeyse benden değil de diğerinden istiyor. Diğeri ise beni tanımadığı için göremiyor. Halbuki o, beni görmezlikten gelmeyi bırakıp bana seslense, kızsa mesela, kovsa beni, diğeri de beni fark edecek. Ama o, diğerinden çekiniyor olmalı. Bilemiyorum.
-------
Ben ise buradayken ne acı ne de korku hissediyorum. Sanki bir dalgaya kendimi bırakmış gibiyim. Her gece yatmadan önce kendi kendime, gerçek bir ilişki böyle olmalı, diyorum, yani iyi bir çift. Benden ve ikisinin beraberken oluşturdukları özneden oluşan bir çift. 
-------
Biz.

8 Mart 2016 Salı

İz

Yüzük parmağındaki izi saplantı haline getirmişti. İnsanlar öylesine bakarken o, parmağını incelediklerini zannediyordu. Bir gün bana, izin çok yumuşak olduğunu, babaannesine dokunmuş gibi hissettirdiğini söylemişti. Ama bu, izden duyduğu nefreti azaltmıyordu.
Adam ona evlenme teklif ettiğinde ben saklanıyordum, o yüzden detayları bilmiyorum. Ama döndükten sonra öğrendiğime göre her şey çok hızlı gerçekleşmiş. Daha sonra bir şekilde toplandığımızda bize şöyle sitem etmişti: 
"Kayboldunuz ortalıktan bir gecede hepiniz. Sonra o da beni böyle savunmasız buldu."
Tabii bu birkaç yıl önceydi. O zamanlar bizimle konuşurken buruk da olsa keyif alırdı. Özellikle de geçmişten. Ama kendisi hakkında çok fazla soru sormamızı istemezdi. Kendisi de ne biz yokken neler yaptığını ne de nasıl olduğunu anlatmazdı. Beylik laflarla geçiştirirdi sohbeti. Sonra dediğim gibi, işler ciddileşti. 
Boşanmasının sonrasına denk gelen bir görüşmemizde bana, onun için her şeyin bir bütüne, tek bir şeye evrilip dönüştüğünü, söyledi. O zaman bunu epey garipsedim. Sözleri daha evvel duymadığım kadar bireysel ve soyuttu. Bu dediğini epey sonra, yüzük izine saplantısını fark edince kavrayabildim. 
Önceleri eldiven takıyordu. Fakat yaz gününde eldiven takması daha fazla ilgi çekince bıraktı. Sonra duydum ki elini çantasında saklıyormuş insanlar arasında. Lakin bunu ben görmedim, sanmam da. Ben elini hırkasının içine çektiğini gördüm. Önce takıldım ama sonra pişman oldum. Dedi ki: 
"Çok eski bir mermer basamak gibi çöküklük var parmağımda. Her adımda, her bakışta acıtıyor."
Birkaç hafta sonra bir arkadaşımızdan öğrendim ki elini ve parmaklarını kırmış. Eli alçıya, kendisi ise gözetime alınmış. Yanına gittim.
"Kurtulmam lazım." dedi. 
"Ne yapabilirim?"
"Hani sen kayboldun ya, siz kaybolunca bu iz çıktı ortaya. Bana ait değil bu. Çıkarmama, kurtulmama yardım et."
"Merak etme, geçecek o iz de" dedim.
İki gün önce, işte haberi alır almaz, koşa koşa hastaneye gittim. Sakinleştirildiğini ve uyuduğunu söyledi hemşire. Ya yüzük izi, diye sordum. Anlamadı.

Kitsch

Çocuk taş attı
Kaldı gökte asılı
Nerede şimdi

-----

Ağardı yüzü
Yıldızlardan ormana
Aş'ğı bakınca

-----

Baktı odaya
İki yatak bir masa
Olmaz bu dedi

-----

Kalmaz mı yani
Toprakta gövde izi
Güneş batınca

-----

Bastı çığlığı
Ner'den düşmüş olmalı
Bu taş parçası

6 Mart 2016 Pazar

Acımasız

Güçlü bir karaktere sahip olmak için çileli bir yaşam dileyen ilkgençlik arkadaşımla bir araya geldim. O anlattı, ben dinledim. Ayrılırken de tebrik ettim. Başarmıştı zor bir hayatı.

5 Mart 2016 Cumartesi

Gözden Kaçan

İlkokulumun girişinde bir tablo vardı. Yanından her geçişimde durup tekrar bakardım. Karlı bir dağ, bir başına dikiliyor. O kadar heybetli, yalnız ve güçlüydü ki gözümü alamazdım. Bu tablonun hayatıma etkisini ise yıllar sonra fark ettim. İtalya'da bir müzede tek başıma gezerken bu tabloyu gördüm. O kadar heyecanlandım ki elimde ne varsa -ki sıcak bir kahve ve içinde pasaportum ile cüzdanım olan bir çanta- oraya bırakıp tablonun başına geçtim.  Tablonun gerçeği benim okulumdakinden çok daha büyüktü, neredeyse on katı. Böylece küçük kopyasında göremediğim ayrıntıları incelemeye başladım. Aynı amansız dağ, göz alan kar örtüsü ve berrak gökyüzü. O kadar heybetliydi ki öylece ve yalnız, bedenimde büyüyen bir sıcaklık, bir güç hissettim. Ta ki kocaman dağın eteğindeki o ufakcık insan siluetini görene kadar.

Hasta

"Ben kötü bir abiyim, yavan bir sevgili, kıt bir öğrenci. Ödlek, haset, kaypak." dedim.
"Çok güzel." dedi. "Kurduğun cümlenin içinde ne kadar çok sıfat ve 'ben' olursa o kadar iyi. Haydi, üzerine çok düşünmeden tekrar dene."
"Çok sıkıldım. Sizinle burada, kapana kısılmış gibiyim." diye düşündüm. Ama bunu söylemedim. Belki ben kötü, yavan, kıt, ödlek, haset ve kaypağım. Ama...
"... ben aptal değilim." Farkına varmadan aklımdan geçeni söylemiş olmalıyım. Anlamadı, ama onayladı. Bir sonraki hasta ile devam etti.

Yeşil Gömlek

Bir gün yeşil gömleğim ortadan kayboldu. Önce dolaptadır dedim. Değildi. Belki yatağın arkasına düşmüştür. Yoktu. Bizimkilerde mi bıraktım yoksa? Hayır, aylardır gitmedim yanlarına. Halbuki başka bir yerde kalmış olmasının ihtimali yok. Çalınsa desek, kim çalacak? Yeşil, sıradan bir gömlek işte.
Akıl sağlığımdan şüphelenmeye başladım. N'apmalı? Arkadaşlarıma sordum, hatırlıyorlar mıydı öyle bir gömlek. Evet, çizgili hani, kesinlikle hatırlıyorlardı. Ama anlam veremiyorlardı, garipsiyorlardı sorumu. Daha da afalladım. Sonunda birisi ağzından çıkardı baklayı:
"Evet, hatırlıyorum yeşil gömleği. Pekiyi ama, sen de kimsin?"

Beyaz Saçlar

Derste, minibüste, yemekhanede, veya sokakta -yani insanlar arasında- erekte olduğumda uyguladığım bir yöntem vardı. Belki yaratıcı değildi ama bunu çocukken öğrendim ve çok sık kullandım.
Şöyle ki, gözümü kapatır ve kendime üç kelimeden oluşan bir emir veririm. Teker teker, her hecesine vurguyla:
"Düşün, anneannem, öldü."
Birkaç imge, resim belirir zihnimde. Gülen bir yüz, gözler kapalı. Bir basma elbisenin belli belirsiz desenleri. Başörtüsü sıyrılmış, bembeyaz saçlar. Sonra soğukluk, bir ürperti.
Sonra kendime gelir ve gözlerimi açarım. Ereksiyonum geçmiştir ve rahatça ayağa kalkarım. Çevreme boş gözlerle bakar, imgeleri gerisin geriye itelerim.
Bugün yine kendime bu emri verdim:
"Düşün, anneannem, öldü."
Yalnız bu sefer erekte değildim. Tekrardan:
"Düşün salak, anneannem, öldü, haydi."
Silik imgelemlerim gelmedi. Bu sefer ise kendime:
"Beyaz saçlar, küçük bir çene, yumuşak eller. Haydi!" 
Olmadı, hiçbir şey hissedemedim. Halbuki öleli iki ay oluyor.

Sence?

Halimi hatrımı soran bir farem var. Ben ona nasıl olduğunu sorduğumda da yavan ama kabul edilebilir cevaplar verir ve daha fazla üstelememe izin vermeden yaptığı şeyi yapmaya devam eder. Mesela gününün çoğunu yürüyerek geçirir. Arka ayakları üzerince dikilmiş, kamburu ve küçük adımları ile akıldan çıkmayacak bir görüntü. Neden mi? Bence konuşmayı ve yürümeyi bunca insanın arasında göze batmamak için öğrendi. Ne kadar mı başarılı oldu? Bilmem, sence?