Bugün her zamankinden farklı başlamadı. Hatırlayamadığım
bir rüyanın yoksunluğuyla uyandım. Duş aldım. Sabah sıkıntısıyla kahvaltı
ettim. Geçen hafta yaptığım sınavın sonuçlarını ve bugün ihtiyacım olan
kitapları çantama koydum. Dün giydiğim gömleği ütüledim ve evden çıktım. Apartmanın
kapısının önünde ellerinde alışveriş poşetleriyle Handan Hanım’la karşılaştım.
Bugün pek keyifsiz gözüktüğümü söyledi anaç kadınlara özgü o bunaltıcı üslupla.
Grip olduğumu söyleyip geçiştirdim. Ne vakit karşılaşsak aynısı. Solmuş
gözüküyormuşum, canım mı sıkkınmış, biraz dikkat etsem iyi olurmuş, daha
gençmişim. Acuze. Bu akşam bir tas çorba getirirmiş. Aklıma bir bahane gelmedi
onu vazgeçirmek için, nereden bileyim, bir kadınla buluşacağım, okulda bir
etkinliğe katılacağım ya da kimseyle görüşmek istemiyorum gibi. Teşekkürler ile
başımdan savdım.
Sigaram yoktu. Bakkala girdim. Merhabalar, nasılsınız bugün, dedi Necmi. İyiyim Necmi, bir paket sigara verir
misin? Peki, buyurun. Akşama ekmeğinizi ayırıyorum, her zamanki gibi. Bu da
para üstü. İyi günler.
Hava biraz serindi. Ceketimi
ilikledim. Zorladım, kilo almışım. Şu gece atıştırmaları yüzünden. Geceleri
uyamıyorum uzun zamandır. Kafamı yastığa koyuyorum, bir sıkıntı basıveriyor. Düğüm
gibi hissettiriyor kendini ne olduğunu bilmediğim bir eksiklik. Düşünüyorum,
bir şeyi mi unuttum, bir kabahat mi işledim, diye. Üzerine düştükçe şiddeti
artıyor. İşte bu yüzden, televizyonun başına geçiyorum. Var olmayan insanların,
bayağı koşuşturmalarını izliyorum. Bir şeyler de atıştırdım mı, tamam. Üzerime
çöken eksiklik uyuşuyor ve televizyon başında uyuyakalıyorum.
- - - - -
Derste öğrencilere “âdem” ile
“idam”dan türetilen “adem”in aynı kelimeler olmamasına rağmen edebiyatta
birbirlerinin yerine kullanıldığını anlattım. “İdam” eksiltmek anlamına
geliyor. Biz kellenin eksiltilmesi anlamında kullanıyoruz, dedim. “İdam”dan
türetilen “adem” ise yok, eksik olan anlamına geliyor. Bu da edebiyatçılar için
kaçırılmayacak bir fırsat yaratıyor. Ademoğlu, insanlar, eksik olanlar, tam
olamayanlar. Manidar değil mi? Sınav sonuçlarını görmek isteyenler sınıfta
kalsın. Bugünlük bu kadar.
Dersten sonra odamda oyalandım
biraz. Birkaç dergiye ve kitaba kabaca göz attım. Tekrar ve tekrar işlenen
mevzular, oyunlar, yaratılar ve avuntular. İnsan, boşluğu yine boşlukla doldurmaya
çalışıyor. Havva ve Âdem’in bilgi ağacının meyvesini ısırdıktan sonra fark
ettikleri ilk şeyin çıplaklıkları olması çok hoş bir ironi. Çıplak ve eksik olduklarının
farkına vardıkları ilk şey olması. Bunu bir kez fark ettikten sonra ne bok
değişir ki. Oyalanırsın sadece. İşte bunları düşündüm bugün odamda. Sonra da iki
öğrencimi kabul ettim.
- - - - -
Geldiğim yoldan eve dönerken, Kerim,
bu sen misin? Diye bir bayan seslendi arkamdan. Sese doğru döndüm. Ece. Hala
aynı güzellikte. Ne hoş bir tesadüf, değil mi? Nasılsın, diye sordu. İyiyim,
sen nasılsın, diye sordum titreyen sesimle. İyiyim, çok iyiyim, sen de iyi
gözüküyorsun. Nasıl gidiyor, aynı üniversitede misin, diye sordu. Evet, dedim,
aynı yerdeyim. Derslere giriyorum hala. Güzel, çok güzel, diye karşılık verdi.
Bak ne diyeceğim, biraz acelem var, geç kaldım eve. Yarın günlerden cuma,
buluşalım hep beraber. Ne dersin? Diye sordu. Güzel olur, ama, diye başladım
söze. Lakin gelemem dememe izin vermedi. Tamam, o zaman yarın akşam sekizde
Çiçek Pasajı’nda buluşalım, dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Peki o zaman, yarın
görüşürüz, unutma, dedi.
Doğruca eve gittim. Canımı sıktı şu
buluşma sözü. Daha doğrusu vermediğim buluşma sözü. Teklifsizce sundu ve gitti.
Uzandım yatağa. Bir sevgilisi var mıdır, evlenmiş midir acaba? Sanmıyorum,
evlenmiş olmasa bu o kadar rahat bir şekilde buluşalım diyemezdi. Peki ne
konuşacağız, geçmişten mi? Üniversite yıllarından mı? Artık eskiden olduğum
kişi değildim doğrusu. Ortak neyimiz kaldığını merak ettim geçmişten başta?
Geçmişte, sabahlara kadar yaptığımız ahkâmlardan o da benim gibi sıyrılmış
mıdır? Sorular biriktikçe daralmaya başladım. Yataktan kalktım ve televizyona
yöneldim. İlgi çekici bir şey yoktu televizyonda. Kapattım. Neden buluşmak
istedi ki? Eski günler hatırına mı? Diye söylendim kendi kendime.
Sonra bir ara telefon çaldı. Ece mi
acaba, ne diyecek ki? Gelemeyeceğini söyleyecekti büyük ihtimal. Ama telefonumu
nereden bulmuş olabilir ki? Genzimi temizledim. Alo? Merhaba Kerim Bey. Ben
Necmi, bu akşam uğramadınız, hasta olduğunuzu düşündüm. İsterseniz çırakla
ekmek ve sigarayı göndereyim. Tamam, dedim, olur. Ece değildi. Yarın
görüşecektim. İptal durumu yoktu. Neden görüşmek istedi ki? Önemli bir şey mi
söyleyecek? Belki de birine ihtiyaç duymuştur. Eskiden tanıdığı birine. Ama
şimdi olduğum kişiyi tanımıyor ki.
Kapı çaldı. Bakkalın çırağını geldi
aklıma. Açtım. Handan Hanım’mış. Ne oldu Kerim, daha kötü gözüküyorsun? İyiyim
ben bi’şeyim yok, dedim. Hayır, hayır, dikkat etmiyorsun kendine galiba, burası
da soğuk gibi. Al şu çorbayı içersin. Çok iyi gelir gribe. Tamam, dedim.
Teşekkür ederken kibarlıktan kırılıyordum. Bi’beş dakika sonra da çırak geldi.
Birkaç kitaba göz attım. Ece’yle
zihnim meşguldü. Sıkıldım okumaktan. Çocuğu olmuş gibi gözükmüyordu. Hala aynı
güzellikte Ece. Hatta daha da güzel şöyle bir düşününce. Neden olmasın, diye
düşündüm. Neden beraber olmayalım ki? Birbirimizi tanıyoruz. Hem de olmadığımız
hallerimizle.
- - - - -
Saat yedi buçukta çiçek
pasajındaydım. Oturdum bir masaya. Garson geldi, şarap istedim. Midemde bir
sancı vardı. Kadehe uzadığımda ellerim titriyordu. Bugün işe de gidemedim. Dün
Ece’yi düşündüm geç saatlere dek. Sonra da bu günkü buluşmayı. Anılarımızı ve
hangilerinden bahsetmemin uygun olacağını. Nasıl sohbete başlamam gerektiğini
ve nasıl davranacağımı. Buluşmayı kurgularken uyuyakalmışım sabaha doğru.
Garson bir başka isteğim olup olmadığını merak etmiş. Yok, dedim. Bir bayanı
bekliyorum. Neden böyle bir şey söyledim ki. Ona ne? Ne demişti dün, çiçek
pasajında sekizde görüşürüz. Çok mu erken geldim acaba? Ece’yle ben, neden
olmasın.
Sekizi çeyrek geçe Ece geldi. Öpüştük
ve sarıldık. Sonra ceketini çıkardı ve sandalyeye astı. Kusuruma bakma, geç
kaldım biraz, cuma trafiği, dedi. Ziyanı yok, dedim, ben de seni beklerken
soluklanma fırsatı bulmuş oldum. Ziya selam söyledi. Katılamadığı için özür
diledi. Ziya mı, diye sordum şaşkınlığımı saklayamadan, bizim Ziya mı? Evet,
dedi, dün dedim ya hep beraber buluşuruz diye. Çok çalışıyor son günlerde
yayınevinde. Geldiğinde eve ben uyumuş oluyorum. Öyle mi, diye toparlamaya
çalıştım şapşallığımı. Nasıl iyi mi işleri? İyi, çok iyi. Yoruluyor ama bu ay
on beş kitap birden basacaklar, bir ilk, dedi. Ece evlenmiş. Ziya. Orospu
çocuğu. Çocukları yok ama anlaşılan. Geçen yıl yayınevi çok önemli bir ödül
almışmış. Sikerim ödülünü. Ne yesek miymişiz, buranın kabak grateni iyiymiş.
Tamam, dedim. Cacık da istedim yanına. Kimlerle görüşüyormuşum. eskilerden
Kabak gratenlerimiz geldi. Benden haber alamamışmış. Garson bir kadeh şarap
alabilir miyiz buraya? İki olsun. İçime kapanmışım. Ziya’yla merak etmişlermiş.
Kaltak.
Ben pek konuşmadım. Yarım saat sonra
da izin istedim. Çıktım. Eve doğru yürümeye başladım. En kısa yoldan. Yolda
Necmi’ye uğradım. Bir paket sigara aldım. Daha iyi olup olmadığımı sordu.
İyiyim, dedim. Paraüstünü verdi. Teşekkür ettim.